Stan
Brakhage
Çeviren:
Suzan Sarı
İnsan
yapımı perspektif yasalarına uymayan bir göz canlandırın
gözünüzde, kompoziyon mantığından bağımsız bir göz, her
şeyin ismine tepki vermeyen ama hayatımız boyu süren algı
serüveniyle karşılaştığımız her bir nesnenin ismini bilen bir
göz. “Yeşil”den bihaber, emekleyen bir bebeğe göre bir
çayırda kaç renk vardır? Işık, eğitimsiz göze kaç gökkuşağı
yaratabilir? Bu göz sıcaklık dalgalarının sapmalarının ne
kadar farkında olabilir? Anlaşılmaz nesneler, sonsuz çeşidiyle
parıldayan hareketler ve sayısız renk tonuyla capcanlı bir dünya
hayal edin. “Önce söz vardı”dan önceki bir dünyayı hayal
edin.
Görmek
akılda tutmak, dikkatle bakmaktır. Görünürdeki tüm korkuları
elemek, hedef bu olmalı. Bebeğin gözüne içkin olan görü bir
kez verilmiştir, ki o göz masumiyetin kayboluşunu diğer bütün
insan özelliklerine göre daha zarif yansıtır, bireyin ölüme
doğru artan görme kaybıyla ilerleyişini yansıtır.
Ama
insan geri gidemez, hayalinde bile. Masumiyetin kaybından sonra
sadece nihai bilgi, yerinden oynayan mili dengeleyebilir. Yine de
ben dile yabancı bir bilgi arayışı öneriyorum, görsel iletişime
dayalı, kelimenin en orjinal ve derin anlamıyla algıdan bağımsız.
Görü
Azizinin ve sanatçının yüksek bir görme, görü yeteneği
olduğunu düşünün. Sözde halüsinasyonların algı diyarına
girmesine izin verin, insanoğlunu, hızla kullanmaya hazır olmayan
şeyler için her zaman küçümseyici bir terminoloji bulmasına
imkan verenler de dahil; rüyalardaki görüleri kabul edin, ister
gündüz düşleri ister gece rüyalarındaki, gerçek
diyebileceğiniz sahneleri; gözkapaklarınızı bastırdığınızda
ve gerçekten algıladığınız o hızla hareket eden soyutlukları
kabul edin. Yalnızca üzerine odaklandığınız görsel
fenomenlerden etkilenmediğinizin farkına varın ve bütün görsel
etkilerin derinliklerini duymaya çalışın. Bebeklikten sonra zihin
gözünün öldürülmesine gerek yok, bu dönemde görsel anlayışın
gelişimi neredeyse evrensel olarak terkedilmiş olsa da.
Bu
çağ, ölümün az ya da çok çürümüş bir kafatası ve kemikten
başka sembolü olmayan bir çağdır... ve toptan imha korkusunun
yaşandığı bir çağdır. Cinsel sterilliğin akıldan çıkmadığı
ama her yıkıcı tecellinin kendi fallik doğasının neredeyse
evrensel olarak algılanamadığı bir zaman bu. Bu çağ kendini
soyut uzamda madden yansıtıp kendini mekanik olarak tamamlamanın
yüzeysel yollarını arayan bir çağdır çünkü kendini
görünürdeki neredeyse bütün dış gerçekliğe ve hatta kendi
algılanabilirliğinin fiziksel hareket özelliklerinin organik
farkındalığına kör etmiştir. Keşfedilen en eski mağara
resimleri ilkel insanın, korkunun nesnesinin nesneleştirilmesi
gerektiğini bizden daha iyi anlamış olduğunu gösterir. Tüm
erotik büyü tarihi korku sahibi olmanın tarihidir. Nihai
görselleştirme arayışı korkunun olduğu yerde nihai sevginin
olamayacağı en derin insan anlayışından Tanrıya yönelmiştir.
Ama çağımızda kaçımız kendi çocuklarımızı algılamaya
çalışıyoruz?
Sanatçı
çağlar boyu görü ve görselleştirme geleneğini sürdürdü.
Günümüzde çok azı görsel algı sürecine en derin anlamıyla
devam edip ilhamlarını sinematik deneyimlere dönüştürdü.
Bunlar hareketli resim imgesiyle mümkün kılınan yeni bir dil
yaratırlar. Kendilerinden önce korkunun en büyük ihtiyaçları
belirlediği yerde yaratırlar. Doğum, seks, ölüm ve Tanrı
arayışıyla ilgili derin endişeler taşır ve bunlarla imgesel
olarak baş ederler.
Kaynak:
Stan Brakhage,
Metaphors of Vision
0 yorum:
Yorum Gönder