“HİÇBİR ZAMAN KORKMADIM,” LUCRECIA MARTEL’LE
SÖYLEŞİ
Gerd Gemünden ve Silvia Spitta
Lucrecia Martel’in filmi Zama (2017) on sekizinci
yüzyılın sonlarında İspanyol İmparatorluğunun uzak kolonilerinde geçiyor. Film
geleneksel koloni maceralarıyla ilgili önyargıları parodi düzeyine kadar
zorluyor. Arjantin'li yazar Antonio Di Benedetto'nun 1956 yılında yazdığı aynı
isimli romana dayanan film, İspanya Kralının sadık hizmetkarı, Kreole
(Amerika'daki doğan İspanyollara verilen ad, ikinci sınıf vatandaş sayılırlar)
hakim Don Diego de Zama'nın (Daniel Giménez Cacho) içinde olduğu durumu
anlatıyor. Taşraya sürgün edilmesine içerleyen Zama, karısının ve ailesinin yaşadığı Lerma'ya
naklini, görevinin getirdiği ölümcül rutinden kurtulabileceğini umduğu
için dört gözle beklemektedir.
Zama'nın kendisini yıkıma götürecek olanlar dışında
hiçbir planı düzgün yürümez. Eylemleri tutarsız ve anlaşılmazdır. İlk
sahnede çamur banyosu yaparken kendisini sinsice röntgenleyen yerli bir kadını
acımasızca kırbaçlarken görürüz. Ardından bir tutukluya yapılan işkenceyi
kayıtsız bir şekilde izler. Böylece izleyici Zama'nın hayal kırıklığının
durmadan inkar ettiği cinsel, finansal ve siyasi arzularından kaynaklandığını
anlamaya başlar. Zaman geçtikçe bir vali gelip bir vali gider ve Zama gittikçe
daha yoksul ve acınası bir hale gelir. Üstlerinin takdirini kazanabilmek için
tehlikeli bir suçlunun peşine düşmek için gönüllü olur. Aldığı bu risk onu
yerli bölgelerin içlerine götürecek ve bundan tek kazancı da ait olamama ve
zihinsel durumunun daha kötüye gitmesi olacaktır.
Martel’i bugün bütün dünyadaki en yaratıcı ve cesur
çağdaş yönetmenlerden biri yapan meşhur Salta üçlemesidir. Üçleme La cienága
(Bataklık, 2001), La niña santa (Kutsal Kız, 2004), ve La mujer sin
cabeza (Başsız Kadın, 2008) filmlerinden oluşur. Filmlerin üçü de iki
yüzlülük, yozlaşma ve cinsel ihlallerle bozulan bir toplumda yaşayan ortasınıf
mensubu kadınlar ve yetişkin kızların etrafında gelişir. Şimdi ve burada geçen
bu filmler bir yandan ataerkil yapılarıyla birlikte ruhsuz ve bozulmaya
başlamış aristokrasiyi öbür yandan da Arjantin toplumundaki diktatörlük sonrası
döneme hakim ırkçılığı, kararlı ve yaldızsız bir şekilde resmeder.
Önceki eserleriyle biçimsel ve politik olarak
uyumlu olsa da Zama, Martel’in artık yepyeni bir yöne gittiğini gösterir.1 Bu
onun hem ilk edebi uyarlaması, hem de yerlisi olduğu Salta dışında geçen ve
başrolünde bir erkeğin olduğu ilk filmidir. Film dünyayı abartılmış bir
gerçeklik gözlüğünden resmetmek yerine onu yeni baştan kurduğu için büyük bir
sıçramadır. Zama büyük bir nehrin kıyısındaki küçük bir kasabada yaşar (günümüzde
Paraguay’ın başkenti olan Asunción’da geçer ancak çekimler kuzey Arjantin’deki
Formosa’da yapılmıştır). Film imparatorluğun kibrini ve ürettiği paradoksları,
türe özgü formüllerden özenle kaçınıp zaman zaman aşırıya kaçan bir düzeyde
(Chaco bölgesindeki boğucu sıcakta geçen buhar banyosu sahnesi gibi) fantazi ve
hayal gücüne yaslanarak çarpıcı bir şekilde resmeder. Taşradaki durgun hayatı
boyunca, yazgısı üzerinde söz sahibi olmayan biri olarak Zama tipik bir
koloniyal kahraman değildir. Hikayesi de tipik bir tarihi epik değildir:
sorunlarının kaynağında kendi topraklarına uzak olmasının
yanısıra kendisinin hayal kırıklığı ve beklenti arasında durmadan
gidip gelen ikinci sınıf bir vatandaş olduğunu düşünmesi yatar. Burada
üniformalı kalabalıklar ya da büyük muharebeler yerine başlar başlamaz sona
eren çatışmalar vardır.
Hikayenin çoğu görkemli yapılarda değil, İspanyol
memurlarının kraliyet giysileriyle aşırı uyumsuz olan viran barakalarda geçer.
Barakaların yapboza benzeyen kat planlarının dar planda çekilmesi ve planlara
yapılan seçici odaklanma Martel’in, filmlerinde devamlı başvurduğu, yönünü
kaybetme hissini pekiştirir. Heybetli bir lama da dahil olmak üzere hayvanlar
sürekli plana girip, doğanın medeniyete hiçbir zaman boyun eğmeyeceğini ispatlarcasına
doğrudan kameraya bakarak sürreal bir etki oluştururlar. İspanyol hegemonyası
birçok beyaz olmayan karakterin dahliyle sınanır; Bunlar hem kadife frak hem de
peştemal giyen köleler ve filmin üçte ikisinden itibaren, kritik bir rol
üstlenmeden önceki halleriyle izlediğimiz aynı cemaat içindeki çeşitli yerli
kabilelerin üyeleridir.
Martel’in, ekran-dışı uzam ve merkezsiz
kompozisyonlar dışında kasten katmanlı sessel ve görsel ipuçlarını kullanması
izleyicide kahramana musallat olan keder ve idrak eksikliğini yeniden ürettiği
karmaşık bir duruma neden olur. Yine de zaman ve bu varoluşsal drama ile
Kafkaesk kabusun karışımı, Martel’in çarpık mizahıyla aktarılan çok hafif bir
parodik havayla baltalanır. “Gece körler için daha güvenlidir” ya da “Avrupa’yı
en iyi hatırlayanlar oraya gitmeyenlerdir” gibi replikler buna örnektir.
Kronolojik anlatısız müzik 2(Martel
için bir ilk daha) hayali bir geçmiş duygusunu daha geleneksel koloniyal
maceralarının tekrarına düşmeden güçlendirir. Martel'in filmlerini izlemek
hipnoz edici ve insanı sarmalayan, etkisi genelde film bittikten sonra da süren
bir deneyim olabiliyor. Bu durum Zama için özellikle geçerli, Zama kendisini
defalarca izleten bir film.
Di Benedetto’nun romanı üçlü bir yapıdadır,
parçalar sırasıyla 1790, 1794 ve 1799'da geçer ve geçtiği dönemde yaşanan
gerçek olaylara sık sık gönderide bulunur. Ancak Martel'in uyarlamasında daha
eliptik bir zaman hissi vardır: hikayesini periyodik şekilde anlatışı büyük
resmi yavaşça ortaya çıkarır. Lucrecia Martel'in Zama'sı son dönemin Latin
Amerikan filmlerinin oluşturduğu koloniyal geçmişi anlatmanın ezberlenen
yöntemlerine meydan okuyup sıkça parodisini yapan küçük ama etkin topluluğa
katılır. Bu başlıkta toplanabilecek diğer filmler Brezilyalı Joaquim
(Marcelo Gomez, 2017) ve Vazante (Daniela Thomas, 2017); Niles
Attalah’ın Rey/King (Chile, 2017), ve Martel'in hemşerisi Lisandro
Alonso Jauja'sı (2014). Martel'in tarzı anlattığı geçmişi tamamen
kendisine ait kılar.
Zama'nın en çarpıcı yanlarından biri renk
şemasıdır. Filmin ilk bir saatinde soluk pembe, kumlu nehir kıyılarının toprak
rengi ve mavinin bazı tonları gibi yumuşak renkler hakimken son saatte parlak
yeşiller ve kırmızılar çarpıcı bir zıtlık oluşturur. Final sahnesindeki
büyüleyici, hatta körleştirici bir kesmeyle yıkanmış bir nehir kıyısından Chaco
bölgesinin parlak yeşil bitkilerine ve hayvanlarına dönüşü Stanley Kubrick’in 2001:
A Space Odyssey (1968) filmindeki taş devrinden uzay çağına yaptığı
kesmeyle aşık atar.
Di Benedetto meşhur olmadan öldü, romanı Zama genç
nesil Latin Amerikalı okur tarafından geçen on yılda yeniden keşfedildi ve
artık modern bir klasik sayılıyor. Ölümünden sonra kazandığı şöhrette Şilili
yazar Roberto Bolaño'nun da katkısı vardır. “Sensini” (1997) adlı öyküsünde
açıkça Di Benedetto'dan bahsetmektedir. Öyküde yazar olmaya çalışan bir genç ve
kitaba adını veren bu yazarla mektuplaşmaya başlayan coşkulu hayranını (üstü
kapalı Bolaño'dur) anlatılır. Bolaño gerçekten de 1980'lerin başlarında, her
ikisi de İspanya'da sürgündeyken Di Benedetto ile yazışıyordu.3
Zama, Esther Allen'ın ödüllü çevirisiyle nihayet ilk kez İngilizce'de. 4
Martel'in filminin en çarpıcı sonucu Zama'nın
İngilizce çevirisinin yayımlanması değil. Ünlü Arjantinli yazar Selva Almada
filmin Formosa'daki setini ziyaret edip Martel'i çalışırken izleyip edindiği
izlenimleri ve burada yaptığı kısa skeçleri not etti.5
Almada, yönetmenin en çok oyuncu seçimi ve çekimler sırasında Martel'e güvenip
saygı duymaya başlayan yerli Qom cemaatinin üyelerinden olan amatör oyuncularla
etkileşimlerine odaklandı. Almada ince kitabında yerlilerin aşırı yoksulluk,
kısa ömür beklentisi, yüksek ergen gebeliği oranı ve yaygın uyuşturucu
kullanımı gibi istikrarsız yaşam koşullarını anlatır. Almada artık dillerinin
öğretilmediğini ve şamanlarının olmadığını belirtir ki bu da Qom'un unutulmaya
mahkum oldukları anlamına gelir.
Almada, Martel'den bahsederken "Sevgi ve
saygıdan oluşan arkta incelikle ve özenle hareket ediyor. On dokuzuncu yüzyıl
kaşiflerine benziyor. Hatta 21. yüzyıldaki nadir bir kuşa"6
der. Rara avis7'in
bu son imgesi, Martel'i nesiller boyu geniş bilgisi, hayal gücü ve parlak
zekasıyla koloninin barok dehası olarak saygı gören Meksikalı rahibe ve şair
Sor Juana Inés de la Cruz'la karşılaştıran Latin Amerikalı izleyici için
anlamını kaybetmiş değildir.
Manuel Abramovich’in premiyeri Zama gibi Venedik
Uluslararası Film Festivalinde yapılan belgeseli Años Luz (Işık Yılı,
2017) aynı yerde çekim yapmaya çok farklı bir boyut getirir. Film, adını
Martel'in Abramovich'e gönderdiği bir epostadan alır. Epostada Martel,
Abramovich'in onun filmini yapma teklifine "Bir filmde kahraman olmaktan
ışık yılı kadar uzaktayım" diyerek yanıt vermiştir.
Abramovich'in ve Martel'in hayranlarının şansına
konu böyle kapanmadı. İşiyle haşır neşir bir kadının oldukça kişisel bir
portresini yapan Años Luz, bildiklerimize benzemiyor. Martel'i
oyuncuları yönlendirirken, ekibiyle fikir alışverişi yaparken ve zaman zaman
Abramovich'in sette bulunmasından rahatsız olurken izleriz. Abramovich Soldado
(Asker, 2017) belgeselindeki gibi küçük kamera hareketleriyle, gözleme dayalı
bir tutumu yeğler. Martel'in mükemmeliyetçiliğini, belli bir kelimenin
telaffuzu gibi ya da aksan ya da vurgulama ya da hayvanların plana tam
yerleştirilmesi (talimatlara uymaya direnirken) gibi detayları takıntısını
dikkatle yakalar. Araya bir uçak gürültüsü girdiğinde alaycı bir şekilde
"Bugün ulusal havacılık günü mü?" derken bile Martel'in mizah duygusu
ortaya çıkar. Venedik Film Festivalindeki premiyerinden sonra Zama diğer
birçoğunun yanı sıra Toronto ve New York festivallerine katıldı. Martel'in
kendi ülkesi Arjantin'de de beklenmedik gişe rakamı ve Akademinin En İyi
Yabancı Film adayı için ülke adayı seçilmesinden anlaşılacağı üzere sıcak
karşılandı. 8
Birleşik Devletler'de dağıtımı 2018 baharında Strand Releasing tarafından
yapıldı.
GERD GEMÜNDEN ve SILVIA SPITTA: Zama'yla ilgili ilk
değerlendirmeler yapıldı, çoğunlukla olumlu bulunması sizi mutlu etti mi?
LUCRECIA MARTEL: Bu benim sosyal medya çağında
(Twitter veya Facebook hesabım yok) yaptığım ilk filmim ve sürecin hızı ve
herkesin bu kadar çabuk övmesi veya yermesi baş döndürücüydü. Premiyerin
ardından farklı kültürlerden insanların filmin farklı yönlerini nasıl takdir
ettiğini, farklı bölümleri veya incelikleri nasıl algıladığını görmek içimi
rahatlattı.
Her zaman izleyicinin, piyasanın düşündüğünden daha
zeki olduğuna inanmışımdır. Bu film bir gözü piyasada yapılmadı. Piyasanın
birkaç aylık bir tepki süresi var; bu filmin on yıla ihtiyacı var. Zama'nın
romanının tanınmak için elli yıla ihtiyaç duyduğunu unutmayalım.
GEMÜNDEN/SPITTA: Bu filmde birçok şeyi ilk kez
yaptınız. En ilginci ilk kez bir filminizde ki başrolde bir erkek olması. Bu
sizin hikaye anlatma yaklaşımınızı değiştirdi mi?
MARTEL: Pek değil. Feminist bir film olduğunu
söyleyemem ama diğerlerine göre daha feminist olduğunu söyleyebilirim.
Özellikle Latin Amerika'daki erkekler birşeyler başarmak üzere yetiştirilirken
kadınlar daha çok başarısızlığa, [ve sonuç olarak] başka şeyler yapmak zorunda
kalmaya hazırlanırlar. Bence biz kadınlar Zama'nın dersini uzun zaman önce
öğrendik. Bu bilgeliği erkeklerin dünyasına aktarabiliriz. Başarısızlığa hazır
değilseniz yaşadığınız hayal kırıklığı ve şiddet devasa olacaktır. Arjantin'de
her 16 saatte bir kadın, [erkek] partneri ya da eski partneri ya da bir
akrabası tarafından öldürülüyor. Bir ülke ekonomik olarak savaş alanına
dönmüşse ve geçinmekle ilgili beklentiler azalmışsa ya da bitmişse gücünüzü
gösterebileceğiniz tek alan karınız veya partneriniz oluyor. Artık size aşık
olmadığında veya başka birine aşık olduğunda cehennemin kapıları açılıyor.
GEMÜNDEN/SPITTA: Kahramanınız Zama'nın kendi
yazgısı üzerinde bir kontrolü yok. İspanyolcada esperar fiili hem
beklemek hem ummak anlamına gelir. Roman bu çifte anlam üzerine kurulmuş: Zama
bekleyip umar, bekleyip umar ama boşuna. Filmin en sonunda bu umutsuzluğa
pozitif bir dönüş veriyorsunuz, burada Zama, eşkiya Vicuña Porto'ya (Matheus
Nachtergaele) "Sana, kimseden görmediğim bir iyilik yapacağım, hiç umut
olmadığını söyleyeceğim." der. Bunu yorumlayabilir misiniz?
MARTEL: Hiç umut olmadığı düşüncesi oldukça
anti-Katolik. Katoliklik her zaman yoksulluğa, acıya, sıkıntılara dayanmamızı
söyler çünkü ölümden sonra bunun için ödüllendirileceğizdir. Bu inanca karşı
tepki göstermek benim için önemliydi, bu yüzden Katolikliğe hiçbir gönderide
bulunmayan bir film yaptık. Filmde bir tane bile haç olmadığını
farkedeceksiniz; ne bir duvarda, ne bir eşyada, ne de insanların boyunlarında.
Tarihsel olarak yanlış olsa da içinde Katoliklik olmayan bir dünya yaratmak
istedim: kilisenin gücünün o kadar homojen olmadığı, dünyanın daha farklı
olduğu çünkü gücün hiçbir zaman o kadar güçlü olmadığı bir dünya düşledim.
Tarih bize yerlilerin mutlak bir şekilde boyun eğdiğini anlatır ama bu
imkansızdır çünkü boyun eğmek hiçbir zaman mutlak olamaz. Toplama kamplarında
yani dünyanın en kötü yerlerinde bile çaresizlik mutlak değildi. Bu yüzden
filmde siyahi ve yerli karakterlere birçok küçük jest veya aldırmazlık ekledik.
İnsanlığı kurtaracak tek şey tam homojenlikten kaçınmaktır. Homojenlik her
organizmanın sonudur. Hayat farklı olandadır; farklılık yaşamın alfabesidir.
GEMÜNDEN/SPITTA: Amatör oyuncular bu filmde önemli
bir rol oynuyor. Bunlar kimdir, nerelidir ve seçimleri nasıl yaptınız?
MARTEL: Siyahi aktörler Senegalli ve Haitili,
birçoğu Arjantin'e yeni göçmüş. Yerliler Guaraní, Qom-lek ve Pilagá. Onlarla
çalışmak çok ilginçti çünkü her şey yeni bir icattı, saç kesimleri, giysileri,
tüyleri, renkleri. Başta kendilerini oynayabileceklerini sanıyorlardı ama
onlara başka biriymiş, hayali birileriymiş gibi davranmaları gerektiğini
anlattım, onlar da buna bayıldı. Yerli cemaatlerle iletişim her zaman zordur.
Bu insanlar muhtaç ve aşırı fakir insanlar, bu yüzden de sık sık bir şeyler
istiyorlardı ki bu da insanı huzursuz ediyordu. Ve bu suçluluk hissi yüzünden
onlarla ilişkilerin de bir çeşit babacanlığa dönüyor. Ancak onlarda hayallerini
anlatmalarını isteyerek belli bir eşitlik kurmanın yolunu bulmuştuk. Ve
hepimizin hayallerinin aynı olduğu çıktı ortaya. Hayallerde parasızlık yoktur,
bir yerli uçabilir, beyaz biri uçabilir. Hepimiz yeteneklere ve güçlere sahibiz
ve unutmamamız gereken de bu.
GEMÜNDEN/SPITTA: Nasıl iletişim kurdunuz?
Çevirmeniniz var mıydı?
MARTEL: Çok az İspanyolca konuşanlar için bir
çevirmenim vardı.
GEMÜNDEN/SPITTA: Filmde bir dil kakafonisi var,
çoğu da altyazısız. Filmde duyulan farklı dilleri nasıl tasarlayıp inşa
ettiğinizi bize anlatabilir misiniz?
MARTEL: Film bir dönem işi olmasına rağmen
İspanyolcanın kulağa çok eski gelmesini istemedik, belki sadece biraz istemiş
olabiliriz. Kulağa günümüz İspanyolcası gibi gelmeliydi ama fazla törensel de
değil, bu benim için çok önemliydi. Meksika'da Latin Amerika'nın kalanına ihraç
edilen arkası yarınlar ve reklamlar için "nötr" bir dil
geliştirdiler. En sık kullanılan kelimeleri analiz ettiler. Buzdolabı için heladera
mı yoksa nevera mı kullanmak gerekir? Tercihleri nevera oldu
çünkü en çok ülkede kullanılan buydu. Bu yeniliğe biz de Arjantin'in farklı
bölgelerindeki farklı yerel ağızları, Portekizceyi ve sınırda görünen bir olgu,
Portekizceyle İspanyolcanın karışımı olan Portenyolu [Portugnol] ekledik.
Gördüğünüz kırmızı boyalı o yerlilerin Guaycuru olması gerekiyordu ama Qom
dilinde konuşuyorlar. On sekizinci yüzyılda saldırıya uğrayan yerlilerin
konuştuğu Guaycuru dili artık yok oldu. Duyduğunuz hiçbir şey gerçek değil;
tamamı tarihe aykırı. Günümüzde kimse o tavırla konuşmuyor. Farklı bir dünyanın
güzelliğini yakalamak istedim. Filmin ayrıca güçlü bir Latin Amerikan varlığına
ihtiyacı vardı. Hem Brezilya film endüstrisinin önemi hem de filmin konusu
yüzünden filmin Arjantin filmi olmasını istemedik ve en mantıklı yardımcı
prodüktörümüz Brezilyalıydı.
GEMÜNDEN/SPITTA: Romandan filme aktarırken birçok
değişiklik yapıldı. Bunlardan biri filmdeki kahramanın romandaki Zama'dan daha
sempatik olması. Bu değişikliği neden yaptınız?
MARTEL: Sevimsiz bir ana karakteriniz varsa onu
bütün detaylarıyla anlatmak için daha uzun bir film yapmanız gerekir. Ancak o
biraz saçma ve absürt tonu romandan aldım. Film geçmişin ciddi bir tasviri
değil, tamamen yeni bir icat. Çok ciddi olmayan, zaman zaman hafifçe parodik
olan bir ton bulmayı amaçlamıştık. Şiddet içeren sahneleri özellikle de kadına
karşı şiddet içerenleri atladık. Şiddeti ne izlemek istiyorum ne de filmini
yapmayı çünkü kamera şiddete suç ortağı olabilir. Zama'nın elleri kesildiğinde
de kan göstermek istemedim. Bunu ima etmek yeterli geldi.
GEMÜNDEN/SPITTA: Zama'dan önce, Arjantin bilim
kurgu çizgi romanı El Eternauta [The Eternaut veya Sonsuzluk Yolcusu]
uyarlaması üzerinde çalıştınız. 1950’lerin sonunda Héctor Germán Oesterheld’in
yazdığı çizgi roman üzerinde iki yıl çalıştınız ancak proje yarım kaldı. Bu
projeden Zama’ya taşınan bir şey var mı?
MARTEL: El Eternauta bilim kurgu çizgi romanı
olduğu için zaman hakkında ve gelecekle ilgili nasıl hep hayal kurmaya hazır
olduğumuz hakkında çok düşündük. Ama bu hayal kurma özgürlüğünü geçmişi
düşünürken kullanırsak ne olur? Bu yüzden geçmişi yeniden kurarken bilim
kurguda sahip olduğumuz bu keyfiliği koruyup geçmişi salt bir icada, saf bir
kurmacaya çevirdik. Nihayetinde oldukça özgürleştirici ve eğlenceli bir süreçti
bu. Geçmişi ancak icat edebilirsiniz, yeniden yaratamazsınız. Filmde tutarlı
bir evren icad edip tarih kitaplarında yazanların tekrarına düşmemek önemliydi.
Tarih kazananların tarihidir. Politik bir dokunuş katmak için geçmişi temsil
etmenin yeni yollarını bulmak zorundasınız ama biz sağduyuya da başvurduk.
Latin Amerika’da geçen birçok dönem filminde askerlerin deri botlarla
dolaştığını görürsünüz ama dizlerine kadar suya girdiğinde hiç bir işe
yaramazlar, bizde hep öyle oldu.
GEMÜNDEN/SPITTA: İlk kez bir filmi dijital
çektiniz. Bu da bilinçli bir değişiklik miydi?
MARTEL: Aslında artık analog çekim yapmak çok zor,
hatta neredeyse imkansız. Benim için aslında dijital olsun, analog olsun pek
farketmiyor. Asıl önemli olan hikayenin iletildiği ortam değil, işin derinliği.
Kimilerinde belli bir analog film nostaljisi var ama bence bu, resimle ilgili
düşünmenin en vasat bir yollarından biridir. Her şey değişiyor ve biz de bu
teknolojinin daha ekonomik olduğunu ve yapmak istediklerimizi mümkün kıldığını
kabul etmek zorundayız. Ve bu konuda ustalaşmamız gerek.
GEMÜNDEN/SPITTA: Sinematografınız Ruy Poças daha
önce Miguel Gomes'le birçok film yaptı. Filmde onunla birlikte nasıl bir
görüntü yaratmaya çalıştınız?
MARTEL: Latin Amerika üzerine çoğunluğu Avrupa
yapımı olan filmlerdekinden çok farklı bir görüntü yaratmak istedik. Mesela her
filmde olduğu için bu filmde mum ışığı veya açık alanda ateşe yer yok.
Karakterlerin yüzlerinde yapılan ışık ve gölge oyunları da yok. Bunlar çok
basit şeyler. Biz zamanın donduğu izlenimini yaratmak istedik. Parlak yeşiller
Zama’daki manzara renklerini dolgunlaştırıyor.
GEMÜNDEN/SPITTA: Kulağa biraz anakronik gelen
müziklerle ilgili birşey söyleyebilir misiniz?
MARTEL: Duyduğunuz müzikleri Kuzey Brezilya’daki
yerli bir cemaatten iki kardeş, Los Indios Tabajaras yaptı. Fantezi kostümleri
giyip tüylerini taktılar, biraz Peru’daki Yma Sumac’ı çağrıştırıyorlardı ama o
kadar yavan değildiler. 9
Müzikleri 1950’lerden, Di Benedetto’nun, romanını yazarken dinlemiş olabileceği
müzikler. Los Indios Tabajaras klişeleri abartarak kapağı Hollywood’a atmak
isteyen diğer Latin Amerikan müzisyenlerden. Burada bir mış gibi yapma durumu
var, bu arzu bana çok Arjantinli geliyor, Avrupalı olmak, Amerikalı olmaktan
utanmak. Romanda bir memur “Amerikalı olmak istemeyen bu kadar çok Amerikalı
gördüğüme şaşırdım.” der.
GEMÜNDEN/SPITTA: Akustik çerçeve filmlerinizde hep
çok önemli oldu ama Zama’da daha da baskın ve cesur duruyor.
MARTEL: Ses yüksek ve gıcırtılı; çok yakındaymış
gibi geliyor. Ve Shepard Tone denen, biraz M. C. Escher’ın optik
yanılsamalarına benzeyen, durmadan yükseliyormuş izlenimi yaratan bir ses
ilüzyonu kullandık.10
GEMÜNDEN/SPITTA: İlk üç uzun metrajınızda birlikte
çalıştığınız Lita Stantic, başta Zama'nın prodüktörlüğünü yapacaktı. Yollarınız
neden ayrıldı?
MARTEL: Lita bu filmi öncekileri yaptığı şekilde,
auteur'cü sinema piyasasının halen elverişli olduğu, filmleri dört prodüktörün
üstlendiği zamanlarda yaptığı gibi yapmak istedi. (Zama'nın neredeyse otuz
prodüktörü var; bu çılgınca.) Ama Rei Cine'deki üç genç adam, Benjamin
Doménech, Matías Roveda ve Santiago Gallelli, o kadar hevesliydi ki, hevesleri
bize de bulaştı. Çok yetenekliler ve film için Danny Glover ve Gael García
Bernal kadar çabaladılar. Önümüze çıkan bütün güçlükleri göz önüne alınca
birçok kere işi bırakıp gidebilirlerdi diye düşünüp beni hiç yalnız
bırakmadıları için kendimi çok şanslı buluyorum. Rol için tek düşündüğüm aktör
olan Daniel
Giménez Cacho'nun [Zama] rolü kabul etmesi benim
için büyük şanstı. Bütün çekimlerde bulunan tek oyuncu oydu. Filmi onsuz yapmam
imkansızdı. Zama'nın Latin Amerika sinemasında nasıl film yapılacağıyla ilgili
önemli bir öncü olacağına inanıyorum. Daha tutkulu olmanın bir yolunu
bulmalıyız. Ne yalnızca günümüzle, bize yakın olanla ilgili film yapabiliriz ne
de finansmanını garantilemek için İngilizce film yapabiliriz. Piyasanın
koşullarına hapsolmadan hem geçmişteki hem gelecekteki tarihimizi anlatmanın
bir yolunu bulmalıyız.
GEMÜNDEN/SPITTA: Hiç Zama'nın boşuna beklediği gibi
dünyanın da bu filmi boşuna beklemek durumunda kaldığını düşündünüz mü?
MARTEL: Şöyle, Zama neredeyse tamamlanamayacaktı.
Post-prodüksiyon sırasında kanser olduğumu öğrendim ve yaklaşık sekiz ay
yattım. Ama asla korkmadım. Ve eğer korkmuyorsanız süreç oldukça ilginç
olabiliyor. Tedavim Buenos Aires'te sürüyordu ama ailem Salta'da yaşıyor, bu
yüzden de her hafta kardeşlerimden biri yardıma geliyordu. Hayatlarında bir kez
bile yemek pişirmemiş erkek kardeşlerim yemek pişirmeyi öğrendiler. Çok klişe
olduğu için bunu söylemek utanç verici ama hastalık deneyimim sayesinde filmle
ilişkim tamamen değişti. Ve bununla sadece genelde post-prodüksiyon sırasındaki
tekil değişiklikleri değil, filmin geneliyle ilişkimi kastediyorum. Tekil
öğeler yeni bir düzen aldı, daha önce eklediğim birçok sahneyi filme soktum.
Mesela Luciana’nın, ayağı kesildiği için acıyla yürüdüğü sahneyi yeniden
ekledim.
GEMÜNDEN/SPITTA: Antonio Di Benedetto'nun
arkadaşlarından biri olan ve Madrid'deki sürgünde ona yoldaşlık eden Arjantinli
film yapımcısı Nicolás Sarquis, 1984'te, Zama'yı çekmeye başlamıştı ama
kahramanı oynayan aktör Mario Pardo, Sarquis'le fikir ayrılığına düşünce
projeyi bıraktı ve film yarım kaldı. Bir yerden sonra artık Zama'nın lanetli
olduğunu düşündünüz mü?
MARTEL: Hastalandığım zaman bu ölümcül auraya
inanmayarak fazla naif kaldığımı ve inanmadığım bir dünyanın var olabileceğini
düşünmeye başladım. Sonra Zama'nın hikâyesinin benim kendi hikayeme dönüştüğünü
farkettim, bu filmi yapmak için büyük çaba gösterdim. Şimdi filmi izlediğim
zaman kendini tuzağa yakalanmış, hastalanan, uzvu kesilen ve en sonunda da
"Evet, yaşamak istiyorum." diyen bir adam görüyorum. İşte o benim,
yaşamak istiyorum.
Yazarın Notu
Söyleşi 2 Eylül 2017’de, Venedik Film Festivali
sırasında gerçekleştirildi. Yoğun programında bize zaman ayırdığı ve Küba
puroları için Lucrecia Martel’e teşekkürler.
13.5 $ ile Zama Martel’in üçlemedeki son filminin
iki katına mal olmuştur. Bütçe içinde Pedro ve Agustín Almodóvar, Gael García
Bernal, Danny Glover ve Joslyn Barnes, ve MPM Films’den Marie-Pierre Macia’nın
da olduğu yaklaşık otuz ortağın oluşturduğu gelişmiş uluslararası bir ortaklık
sayesinde sağlanmıştır.
2Ç.N. Anachronistic nondiegetic müzik: Duyulan müziğin
kaynağının, filmin hikayesi içinde bulunmaması ve bahsi geçen döneme ait
olmaması.
3Bolaño’nun hikayesinde anlatıcı Zama’dan (burada
adı Ugarte’dir) “bir nörocerrahın titizliğiyle yazılmış” bir roman olarak
bahseder. Roberto Bolaño, “Sensini,” in Last Evenings on Earth, trans. Chris
Andrews (New York: New Directions, 2006), 1–18, 5.
Film gecikince romanın yayımlanması iki kez
ertelendi. Ester Allen’ın önsözü Di Benedetto ve romanın dünyasına mükemmel bir
başlangıç sağlar. Dennis Lim’in Ekim 2017 tarihli podcastine konuk olan Martel
çeviriden haberdar olduğunu, çevirmenin filmle ilgili yorumları için sabırsızlandığını
söyler. Bkz. Film Comment, “The Film Comment Podcast: Lucrecia Martel’s Zama,”
10 Nisan, 2017,a, www.filmcomment.com/blog/film-comment-podcastlucrecia-
martels-zama-2/.
5Selva Almada, El mono en el remolino: Notas del
rodaje de Zama de Lucrecia Martel (Buenos Aires: Random House, 2017). Başlık,
“The Monkey in the Whirlpool: Notes on the Filming of Zama by Lucrecia Martel,”
Di Benedetto’nun romanının açılışındaki çürüyen maymun tasvirini anıştırır.
7Ç.N. Latince
nadir kuş anlamına gelmekle birlikte, yaygin olarak tavus kuşu için kullanılan
bir deyim.
8Diego Batlle, “It (Eso) sigue primera en Argentina
y Zama hizo historia,” Otroscines, 2 Ekim, 2017, www.otroscines.
com/nota-12587-it-eso-sigue-primera-en-argentina-y-zamahizo- historia.
9 Yma Sumac’ı daha iyi anlamak için bkz. Guardian
obituary: Garth Cartright, “Folk Müzik: Yma Sumac, Perulu şarkıcı ABD’de İnka
prensesi olarak tanıtıldı, 17 Kasım, 2008,
ttps://www.theguardian.com/music/2008/nov/17/yma-sumac-obituary-singer-peru.
10Shepard Tone, Roger Shepard tarafından, Bell
Labs’te 1967’de keşfedilen bir sessel yanılsamadır. Bkz.Robinson Meyer, “The
Illusion That Makes It Sound Like a Pitch Is Constantly Rising,” The Atlantic,
28 Ocak, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder